“Bir Gün” Paradoksu

Category: Denemeler 72 7

Bir olan günlerden bir gün size sesleniyor olacağım yine. Biricik günlerin yaşayanları değil miyiz aslında? Birlerin toplamından oluşuyordu ömrümüz, fikirlerimiz, adımlarımız, duygularımız, acılarımız… Başta birken sonradan kalabalıklaşıyorlardı geriye baktığımızda, lakin sonuçta yine de tek başınalar. Toplu bir analiz yapmamız mümkün değil.

Nasıl başlamalıyım anlatmaya, çok düşündüm. Başı yok, ortası yok, sonu yok, sen yaşadıkça, ölsen de devam eden… Lakin baş rolünde siz olmayan… Paradoks bu, değil mi zaten? Ne başlangıcı ne de sonu bellidir. Siz o döngünün durdurulamaz bir yönüsünüzdür. Severken bir gün sevdik, bir gün sevmedik; bir gün düşman olduk, bir gün olmadık; bir gün ünlüydük, bir gün çuvalladık; bir gün dosttuk, bir gün değil; bir gün vardık, bir gün yok. Bazı şeyler bir gün olsun isterken, bir günlük süren şeylerden acı duyduk. Bir gün mü olsun, bir gün mü olsun? Bu soru öyle delik deşik ki… Neresinden tutsanız ya elinizde kalır ya da elinizde kalanlar size yetmez.

Bir günlük mutluluğun peşinde koşarız, o gün bitince diğer tüm bir günleri heba etmesinden yakınırız. Tüm bir günleri kurtaralım derken de bazen elimizdeki bir günü kaybederiz. Biz hiçbir zaman hangi günün insanıyız, bilemeyeceğiz. Belki de öldüğümüz günün aidiyizdir. Onu da bilmiyoruz. Bilmediğim günü de sahiplenemeyince, bize ait olmayanları sahiplenerek yatıştırıyoruz kendimizi. Hiçbir zaman da yatışmadık, yatışmış da olmayacağız. Yerinde duramayan o bir günün peşindeki kedi kafasıyız. Hem sevimliyiz hem de biçare, komik, sersem.

Basit bir konu şu “bir gün” meselesi, hem de çok basit. Zihinde yer kaplamaz, düşünmezsiniz çünkü. Elindekini düşünmez insanoğlu, o elinde olmayanların peşindedir. Zihinde yer kaplamayanın verdiği haz da kaplamadığı yer kadardır. Ya içini doldurmamışsınızdır ya da yanlış doldurmuşsunuzdur. Sanki başka seçeneğiniz yokmuş gibi… Ah, basit olan şeyleri ne çok eksiltiyoruz, ne çok deşiyoruz. Mesele, eksiltmek ya da deşmek mi acaba?

Soruları verip cevapları vermeyişimle ünlüyüm, kendimce kafiyim. Ey kendine zalim, soruyu bilmeden ne çözeceksin? Bazen üretkenciler, ürettikleri, ürettikçe ürettikleri, doğurdukça doğurduklarından ne tatmin olmuşlardır ne de çare. Üretilen, doğan ne bana ne size. Onca yığınlar arasında, darmadağınık, karmakarışık, kaçamak yaşıyoruz. Yıkıldı yıkılacaklar, enkaz olanları saymıyorum bile; onları tanımlamaya çalışmak nafile, şu anda kalmalıyız. Şu an! Şu bir gün! Önümüzdeki bir günlerin kurtarıcısı sayılan… Kurtarıcısı(!) Gerçekten de hangi gün için yaşamış olacağız? Aslında ağır bir mevzu. Basit olanlar da ağır olur, kurtarıcısız, sorulu, cevapsız.

Bir göl kıyısında veya bir deniz kıyısında oturup ay ışığını izlemenin farkı nedir? Hiç denediniz mi? Ben denedim. Farkı hem çok büyük hem de fark farkı kapsıyor. Göl, alabildiğine güzel, parlak, heyecanlı ve avucunuzda. Ayın tüm parlaklığı üstünde, şımarmış, coşmuş ve sadece sizi görüyor. Sadece sizi… Bir gece sürdü izleyişim. Heyecan dediğiniz şey, avuçta taşınmaz; ruha giydirirsiniz sonra da düşlere yayarsınız. O zaman belki size de dokunur ucu, koklarsınız adrenalin, dopamin, oksitosin, endorfin sarmış olan gülü ay ışığının kollarında tuttuğu gecelerde. Başka bir gün, deniz kıyısında ay ışığı altında gömülmüşken sakin, sessiz, olgun ve aleme bakan sulara… Aynı anda birçok yerdesinizdir. O bir gün, birçok günlerin habercisidir düşlerinize sığamayan, zapt edemediğiniz, fakat yanı başınızda duran… Sadece siz yoksunuz, her şey var, hem de hiçbir yer orada.

Dokunulmaz olan nedir, biliyor musunuz? Size dokunulmaması değil, sizin dokunmadığınızdır.

Bir gün, pencereden sızan güneş ışınlarının sarhoş edici etkisiyle fırladım yerimden. Koltuğa öyle bir gömülmüşüm ki… Sanki tüm dünyadan saklandığım ve bulunamayacağım tek yer. Etrafımda hareketlenen rüzgâr beni çarptı, ne kadar süredir dönen dünyadan kopmuşum, bihaberim. Saatler olmuş sabahtan kovulalı. Günlerin bizi apar topar itelediğini hiç hissettiniz mi? Ya ben çok sakarım ya da beni alabildiğine iteliyorlar. Düşmemek için çok çabalıyorum. Bir günü yaşamanın hızı ne olmalı, inanın yıllardır çözemedim. Hızlı olsa tat alamıyorsun, yavaş olsa sıkılıyorsun. Aha, tam da bunun gibi bir gün dediğiniz günlerin sayısı kaç? Var mı? Bazı şükürcüler ve olumlamacılar ya da şu ancılar, ya da reddiyeci bilmişler, size sayıp sayıp bitiremezler. Saat işleyişi gibi kusursuzca dinlediğiniz o mantık kokulu cümleler, ne kadar gerçek? Ben bu soruyu sorduğum an, “Gerçek olmalı mı?” diye soracaklardır ya da “Nereden biliyorsun gerçek olmadığını?” diyeceklerdir. Oysa cümleleri analiz ettiğinizde intihar süsü verilmişlerdir hep. Havalı gelir kulaklara o süslü intiharlar ya da iradeye bağlanmış ölümler. Güçlü ve cesurca durur diğerlerine göre. Onlar bunları hiç düşünmemiştir. Her düşünülmeyen şey, eşsiz ve kabul edilir midir sizce? Devamlı düşünülmeyenleri mi bulmak zorundayız? Herkesin aklında olup fakat seslendiremediği o kadar çok şey var ki ve bu o kadar çok şey, o kadar kritik öneme sahip ki… Herkesin sustuğu bu bazı çok şeyler, ara ara sızıyor dünyaya, ruhlar da kusar.

Birikenler kendi başlarınayken ne kadar eşsiz olursa olsun, biriken her şey sonunda çöp olur, zehir olur.

Sadece bir gün için yaşayanların geleceği yoktur. Bakın onlara, “değer” kavramına yükledikleri anlam, derya deniz gibidir. Kutsaldır, kendilerinindir. Çünkü değer biçtikleri sadece kendileridir. Size anlattıkları diğer her şey, sadece süstür, içi boş bir edebiyat, soluğu kesilmiş bir felsefedir. Evet, elimizdeki gün, bir gündür sadece, tek şekil vereceğimiz odur, tarihimizi bu bir günler dizi dizi dizer belki lakin… Doğan her bir günün de gebe olduğunu unutuyorsunuz. Hamile bir bireyin, hamile değilmiş gibi yaşaması ne kadar içinde büyüttüğü fetüse zarar ise, doğacak olan günlere yokmuş gibi yaklaşmak da ziyandır.

Bir de, bu bir günü, elbet bir gün yaşarız, bir gün yaparız, diyenler var. Bilahareciler. Onların yaşamları pamuk ipliğine bağlıdır. İnandıkları “bir gün” ayırt edilemezdir, kendilerince dahi. O “bir gün” bugün mü yoksa sonradan gelebilecek olan “bir gün”lerden biri mi, öyle ise hangisi, falan filan… Geleceğe tamah etmemek adına, bugününü israf edenler… Aslında içlerinde devamlı büyüyen o ihtiras, onları yakıyordu, taşıyorlardı kendi bedenlerinden dünya çöplüğüne. Yığınlar altında kalıyorlardı. Kapanmayan yaralarıyla kurtulduklarında kendilerini kahraman ilan edip tekrar aynı çöplüğe dalıyor, yeniden savaşıyorlardı. Bir çöplük içinde, her gün, aynı olan “bir gün”leri yaşayarak, aynı çöplük yığınından kurtulup, aynı serüvenin kahramanı olmak, nasıl insanı mutlu eder ki? Değillerdi. Sadece bazen öyle gibi yapıyorlardı, bazense yolsuz bir bedevi. Hangisi olduklarını belirleyen, o yığınlar içindeki labirentte kayıp diğer yolsuzların bakışlarıydı, sesleri, dokunuşları, alkışları… O an ihtiyaç neyse…

Bir paradoksu anlatmanız kolay değildir, özellikle içinde yüzerken… Çünkü ben, ne bir güncü oldum hayatımda ne de o bir günlerden kopan. Bana göre çoğumuz da öyleyiz. Amacım bunu reddiyecilere anlatmak, kanıtlamak değil, sadece biraz kusmak, belki biraz da muhabbet. Kendimle. Biliyorum ki, hiçbir zaman tam anlamıyla anlaşılamayacağım, mümkün de değil. Çoğunluğun kendi buğulu penceresinden izlediği bu dünyada, izlenilmek, tanınmaya yetmez. Bir gün bunu öğrenmiştim.

3630cookie-check“Bir Gün” Paradoksu

Related Articles

7 thoughts on ““Bir Gün” Paradoksu

  1. ADNAN TOKMAN

    Kalemin ucuyla değilde, yüreğinin sayfaya dokunuşuyla hissettiğin o güzel kelimelerin ve cümlelerin için teşekkür ediyorum 😊

    Reply
  2. Meryem

    Boyle güzel kelimelerinizden den dolayı tebrik ediyorum😍

    Reply
  3. Emine

    Uzun yazı okumayı sevmem ama bunu okuduktan sonra ayrı bi ilgim oldu tekrardan teşekkür ederim bu güzel yazınızdan dolayı…

    Reply

Add Comment