Zombi Çağı

Category: Denemeler, Eserler 55 0

Yaşadığım ve içinde bulunduğum ilginç durumlardan birindeyim yine: İnanıp inanmamak size kalmış lakin beni yakından tanıyanlar bilir; ilginç olaylar yaşamak, yaşam biçimimdir. Seçim bana ait olsa da seçilen olsam da.

Bugün, Marmaray’dayım, günlerdir ve belki -hatta kesinlikle öyle- haftalardır doğru düzgün uyumamışım. Önce çalıştığım kurumda, öğle arası, kitap okurken masaya düşen başımın kendinden geçmesi, ardından da bu toplu taşıma da nöbetleşe olan kendimden geçişlerim, uyuklamalarım, rekor niteliğinde. Bırakın orada burada kestirmeyi, kendi yatağımda bile zor uyurum. Ama artık bayılmalar seyrediyor, şaşıran şaşırana; ben ise artık şaşırmıyorum. Birkaç durağın nasıl geçtiğini bilmeden, izlenme hissinin, gördüğüm rüyanın içindeki benin yakasından tutup gerçeğe çıkarmasıyla büyük bir korku yaşadım. Marmaray’da gözlerimi açtığımda, karşımda, yakınımda, bana bakan o soğuk gözler… Sanırım, -artık bu söylem de klişeler arasına dahil olsa da- travma etkisi yaptı, diyeceğim. Adamın biri önümde eğilmiş ve gözlerini dikip bana bakıyor. Ne kadar süredir o hâlde bana baktığını bilmiyorum lakin o hâlde birinin birisine rahatsız vermesi de normal algılanıyor olmalı. Korku tepkim, tepki çekmişti; kıpırdayış oluşturmadı.

Karşı koltuklarda, zorla nefes alan yaşlı bir amca, olgun yaşlarda olan bir çift, kulaklıklı bir genç kadın ve başka bir genç adam; sağ çapraz koltuklarda, yaklaşık 10-12 aylık kız çocuğunu kahkahalara boğan bir baba ve yanında kitap okuyan eşi; sol çapraz koltuklarda, takım elbiseli, duvar kadar dik ve soğuk bir başka erkek ve maskülen giyimli bir kadın, kıpırtısız oturuyorlardı. Sağ yanımdaki koltuklarda, dört beş ergen genç, gürültülü şakalarıyla beni kendime gelmemde hız kazandırdı. Sanırım, öğretmenliğin verdiği yakın bilgi, kişiyi daha çabuk hazır kılıyordu. Gençler birbirlerinin kafasına yumruk atarak eğleniyorlardı; bu duruma önce anlam veremedim, sonra rahatsız etmeye başladı; kafamı hızla çevirdim. Gençler arada darbelerin yüksek şiddetinden ayağa kalkıp sonra yeniden tıklım tıkış yerine oturuyorlardı. Üçlü koltuğa beş kişi oturmaya çalışıyorlar ve aynı zamanda da dövüşüyorlardı. Bunu izleyen ve duyan kimseciklerin tepki vermemesi ve hatta gülerek bakanların olması, insanlık boyutunun, özellikle bendeki boyutundan, çok daha fazla değişken olduğunu anladım.

Hâlâ o yüzüme doğru eğilmiş adamın bana doğru bakan gözlerini unutamıyorum. Verdiğim tepkiye karşılık kimseden hiçbir tepki görmedim. Sadece soğukça bakan gözler… Sadece beni korkutan kişi, elleriyle sakin kalmamı ve korkmamamı işaret etmesi, daha da ürkütücüydü. Kaç saniye ya da dakika daha birbirimize baktık, hatırlamıyorum ama sonraki durağa gelinmesiyle adam araçtan çıkıp gitti. İzlenme hissi, en rahatsız edici duygulardan biridir, bilen bilir.

Sol yanımdaki koltuklara döndüğümde, rengarenk giyimli ve flor takmış bir çift erkek el ele tutuşmuş nazikçe birbirlerine bir şeyler anlatıyordu. Hemen yanında ise çekirdek bir aile; baba kulaklığını takmış bir şeyler izliyor, genç kız çocuğu müzik dinliyor ve ritim tutuyor ayaklarıyla ve anne, ortalarına oturmuş bir kızına bir de eşine ara ara bir şeyler söylüyor, söylese de aldığı bir tepki yoktu.

Yaşadığım korkunun beni kontrol etmemesi adına tekrar gözlerimi kapattım ve bir süre öylece beklemeye ve nefesimi stabil duruma getirmeye çalıştım. Etraftaki gürültüleri az da olsa durdurmak adına kulaklığımı takıp en gürültülü müziklerle kendi dikkatimi çekmeye çalıştım. İzlenmek ve izlemek, kontrolünü kaybetmektir; artık sen, orada değilsindir. Tam sakinleştim ki, sert bir duruşla irkildim, gözlerimi açmamayı başardım, kontrol bendeydi. Kendimle gurur duyuşum ve sevincim, çok kısa sürdü. Kolumun tutulmasıyla yine büyük bir sıçrayış yaşadım; çığlıklarınızın içinize patlaması, ne kadar ağır ve acı vericidir, bilir misiniz? Keşke, bağırabilseydim! Karşımda bu sefer elinde açık bir şeffaf kutu ile dilenci bir adam. Kafamda öyle bir uğultu vardı ki ne dediğini ne anladım ne de duydum; sadece şeffaf kutu içindeki paraları ve kımıldayan dudakları hatırlıyorum. İnsanlar artık öyle rahat ki, sırf görülmek, duyulmak, isteklerini söylemek ve gerçekleştirmek adına her şeyi yapıyorlar.

Aristoteles’in insan için “düşünen hayvan” tanımına katılmıyorum. Düşünmek neydi, nasıl bilinirdi ki? Elektrotların bağlandığı bir başın, hemen yanı başındaki ekranda beliren beyin görüntüsünde çeşitli alanlarda yanıp sönen renkler olarak tanımlanması, değil miydi? Bunu hayvan beyinlerinde de görebiliyoruz. Onlar da düşünüyor kendi çapında. Besinini bulma yollarını, avlanma yol ve yöntemlerini, tuzağa düşürme planlarını, yakalama planları, sürü içinden bir bireyi göze kestirme ve dişine göre olanı seçme düşüncesi, saklanma yolları, yuva yapma, eşini sahiplenme ve dövüşme, yavrusunu koruma yollarını vb. Her canlının öğrendiği bir şeyler ve düşündüğü şeyler farklı olsa da düşünüyor. Özellikle, atlar, köpekler, kuzgunlar, baykuşlar; bu hayvanları ne kadar sevdiğimi de bilen bilir. Onlar da bence muazzam düşünen ve düşünceli canlılar; çok da iyi dinleyici. Bir kuzgun ve baykuşa dokunamamış olsam da atlar ve köpekler, onlarla yakınlaştım, sarıldım, karşılıklı durup konuştum, dinlenildim ve bakıştık. Bir tür terapi, kesinkes hem de. Ben bir hayvansever ya da insansevici değilim; hatta hayvansever ve insansevicilerden de hoşlanmam, sahte ve gösterişçi bulurum. Hayvansever ya da insansevici demek, istisnasız, ayırt etmeksizin ve çıkarsızca sevmek, demektir. Hangi hayvansever ya da insansevici, çıkarcı ve ayrımcı değil ki? Ve çığırtkan? Çığırtmak çirkindir, iğreti ve iticidir; yanında hoşnutluk, sevgi, kabul, merhamet barınmaz. Neyse, kaosseviciler tarafından linç yemeden asıl konuma döneyim.

Aristoteles, demiştim, ona katılmıyorum. İnsan, “hisseden hayvan”; bahsettiğim hissetmek, üst seviye bir his; her acı, ağrı, korku, öfke türünden olan ortak hislerden değil kastım. Daha özel ve nadir olan his ve tutumlar; sevgi, merhamet, hoşgörü, anlayış, empati, içtenlik, samimiyet, pazarlık yapmama ve tuzak kurmama, içten pazarlıklı olmama, tevazu, ahlakî erdem ilkeleri barındırma, manipülasyondan uzaklık, kabul kapasitesi, sadece “kendisevicilik” olmaması ve dışına taşma, sadece sencil olmama, herkesçe sevilme ve sahnecilik kur davranışları taşımama, bulunduğu konumun dünyanın merkezi olduğuna inanmayan vb. İnsan, sahip olduğu hisleriyle diğer canlılardan ayrılır ve üst insanlığa çıkarılır. Verdiği tepkilerle ve gösterdiği davranışlarla da diğer canlılardan farkı anlaşılır. Çoğunluk tarafından yapılan neyse, kabul da o oluyor. Çoğunluk tarafından da kabul edilmek, dışlanmamak, alkışlanmak için de -kopya- ürünler ortaya koyan adına sanatçı dediğimiz kişiler peyda oluyor. Artan ahlaksızlık üzerine, ahlak karşıtı yaklaşımlar; marjinal tarz üretenlerin cesaretine duyulan özenti ile kötücül ve karanlık bir takım örnek ve fikir yığınları ortaya koyulmaya başlandı. Fikir yığınlarını ortaya koyanların cesaretine duyulan özenti ile de etrafta doluşan şak şakçılar… Bir yerde kalabalık varsa o kalabalığın büyümesi de bir o kadar gerçektir. Doğa kuralı gereği her zaman bolluğa yönelik çekim olur, güç oradadır; az olan yerde yoksunluk çekilir. Canlılık, enerji harcayacağı oranla varlık gösterir, üreteceği ve inşa edeceği anlama bakmaz. Anlam üretme, sorumluluk ister ve sorumluluk ise bir bedel ödeme gerektirir. Bedel ödemekten kasıt ise kaybetmeyi kabul etmeyi gösterir. Çoğu insan ise kaybetmek istemez, kazancının oranı ne kadar kaybından fazla olursa olsun. Tüm bu gerçeğin arkasında şu da var ki, sahip olunmayan erdemin kötülenmesi, küçümsenmesi ile de insanoğlu rahatlar; suçlayarak suçluluğunu gizlemiş olur. Bir tür dikkat dağıtma taktiği; gelişen ve olgunlaşan ne? Hiç!

Hissizlik ve tepkisizlik, bir bulaş gibi toplumu ele geçiriyor sanki. Zombi gibi. Belki şu an, fiziksel ya da biyolojik olarak birbirimizi yemesek de bir zombi kadar donuk, tepkisiz, görüşsüz ve hissisiz. Olağanüstü hâl ve hareketleri, şiddeti, işkenceyi, acıyı gayet normalmiş gibi izliyor ya da tepkisiz kalıyoruz. Diğer yabanî canlılardan şu durumun farkı nedir? Kediyi ya da kendini sevmekle insan olunmuyor; bunu bir vaşak, saz kedisi, karakulak, leopar ve yaban kedisi de (kedi türlerinden bazıları) yapıyor.

 

Dipçe 1: Anlatılan hikâyeler, şu anki zamandan, zombi çağından, gerçek ve yaşanmış kesitlerdir. Her şey, tüm çıplaklığıyla anlatılmadan da anlaşılabilir.

2: Sanat anlayışım: “Sanat, sanat içindir.” (Benden hazır bir sunuş veyahut direkt vericilik beklemeyiniz.)

27510cookie-checkZombi Çağı

Related Articles

Add Comment